Aydan Tuncayengin

Aydan Tuncayengin

Zamanın Ruhu
aydan.tuncayengin@gocekgazete.com

Maske ve Matruşka

17 Şubat 2023 - 11:08 - Güncelleme: 17 Şubat 2023 - 12:03

Maske ve Matruşka
Hayat seçimlerimizin yarattığı enkazlarla dolu... 
Hastanedeyiz! Hiç iyi değiliz, ailemize de farklı bir enkaz hali denk geldi...
Babamın uzun zamandır devam eden rahatsızlığı nedeniyle acil olarak hastaneye yatışı yapıldı. İkinci gecemizde gelişen sağlık durumundan kaynaklı olarak, nöbetçi hekim babamı tıbbi durumunu yakından takip için ikinci basamak yoğun bakıma  aldırdı. 
Geç saatler, söyleyecek ne söz var, kime ne konuşasın. Herkesin içi kan ağlıyorken, gerilim yüksek, üzüntüler de eklenince bardağı taşıracak son damladayız… 'İçimi dökeyim' dedim kendime, "size yazayım, anlatayım okuyucumun hassasiyetine, sevgisine sığınayım, anlar onlar beni" dedim... 

Hastanenin altıncı katındaki koridorun duvarlarına boylu boyunca yağlıboya tablolar asılmış. Her tablo sanki hüznümüzü dağıtmaya çalışan bir çaba içinde... Kafayı dağıtmak lazım! Durup durup Maskeler ve Matruşkaları çizen ressamın tablosuna bakıyorum.
Maskelerin altındaki yüzleri de düşününce saklamaya çalışılan bir şeyleri, birilerini aklıma getiriyor. Çoğumuz bazı insanların zamanla farklılaştığına şahit olmuşuzdur.
Çağımız insanının hayatın farklı cephelerine açılan yaşantısına şöyle bir baktığımızda bir metafor olarak maskenin ne denli önemli yer tuttuğunu görebiliriz. Roller, çevre ve diğer insanlarla kurulan ilişkiler, hep bu çerçevede gerçekleşir. Maske mecazi anlamıyla meraklısını uçsuz bucaksız bir tarih, düşünce ve tahayyül yolculuğuna çıkarır.

Bazen kişilik tipi, bazen de davranışları, hareketleri ya da insanın size yönelik söylemleri zaman içinde değişebiliyor. Hepimizin "böyle değildi, huyu-suyu çok değişti" dediği anlarımız olmuştur, değil mi? İşte bu maskeler de kişinin gerçek benliğinden uzaklaştığı zamanların ambalajlarıdır... Bir insanın göründüğünden neden daha farklı davrandığı konusunda çeşitli sebepler sayabiliriz. İnsanoğlu hep dürtüsü ile ahlakı arasında gidip, gelir! 
İyi ahlak, kötü dürtüyü yenerse ne ala! Bazen de tıpkı maskeli tabloda akıyormuş hissi veren kırmızı boyanın anımsattığı kan izleri gibi, insan kan dökücü vahşi ruhuyla sürekli savaş halinden kurtulmuyor!
Maskeli tiyatronun oyuncularıyla 20 yıldır ömrümüz enkaz…
****
Ya Matruşka tablosu!
Rusların ahşap el yapımı oyuncak bebekleri! Ahşap bebekler, 20. yüzyılın başına kadar okullarda çocukların zihinsel gelişimi, renk, boyut ve aile kavramlarını öğrenmeleri için kullanılıyormuş. Matruşkalar ortasından açıldığında başka bir bebek çıkar, onu açtığınızda yine başka bir bebek çıkar. Tek anne figürünün içerisinde iç içe yerleştirilmiş sekiz bebekten oluşur.

Kadının doğurganlığını, iç içe geçmesiyle de annenin korumacı yönünü betimler. Benim için de kadının üretken bir canlı olduğunu simgeleyen objelerdir. Kıymetli annelerimiz, kadınlarımız gibi!
Rusya'da 19.yüzyılda çocukların zihinsel gelişimi için tasarlanan matruşka bebekler Rus sanatçı Sergey Malyuti'nin 1890 yılında tasarladığı ve ahşap oyma sanatçısı Vasily Zvyozdoçkin tarafından yapılmıştır.
Kadının doğurganlığının, anne olarak korumacı yönünün kıymetini hala bilmiyoruz!
Bilsek, annelerimiz ve çocuklarımız için koruma kanunu çıkartırız! Ne annelerin ne çocukların bu ülkede doğal sit alanları(!) kadar kıymeti yok…
Ve de tüm insanların!..
****
Alsancak Nevvar Salih İşgören Devlet Hastanesindeki hasta odamızı gecenin karanlığına karışan Polis ve ambulans sirenleri dolduruyor. Pencere kenarında uzandığım koltuktan yerden gökyüzüne kadar uzanan ucube beton gökdelenlerin üzerinden aşağı-yukarı kayıp, giden ışık gösterilerini görüyorum. İnsanların aklını çelmeye çalışan bu yüksek beton yığınlarının “ne zarafeti olabilir?” diye hep düşünürüm. 

Arada iş toplantılarımın denk geldiği gökdelen tipi binalarda buluşmak beni hep rahatsız etmiştir. Ben yatay mimari, tek katlı bahçeli ev tutkunu babamın deyişiyle "köylü ruhlu" bir kadınım. Ben doğaya tutkun bir insanım! Ailemin iki yakası da kent soylu insanlardan oluşuyor. Hiç köyleri olmamış. Çiftçilik yapan yok. Oysa insanın küçük de olsa bir toprağı olmalı. Kent yaşamına olan tutkunlukları beni onlardan yaşam uyumu ve felsefesi açısından ayırmıştır. Sosyete olmayı hiç sevemedim ya hu! Yapmacık, gösterge toplumunun parçası olmaktan öteye geçmezler. Doğallıktan uzaktırlar. Sığınakları abartılı marka dünyalarıdır... Onlara doğal yaşam şartlarında çiftlikte yaşamak, toprakla uğraşmak  banal gelir. Üstlerinin, ellerinin kirlenmesinden korkarlar! Oysa ki doğa hepimizi karşılıksız severek, besliyor değil mi?
Babama sürekli "bahçeli, içinde meyve ağaçları olan, ekip, biçeceğimiz bir çiftlik evimiz olsaydı keşke" deyişlerim hayallerimin sesi olarak yükseldi ve orada kaldı... O nedenle köyü olan ve köy hayatıyla hala bağı olan arkadaşlarımı daha çok severim! 
Doğadan uzak olmak, yaşamdan uzak olmaktır. Ben inanç olarak da doğaya inanırım! Doğaya dokunmadan yaşamak, havasız, susuz, topraksız kalmaktır. Oysa insan özü gereği havaya, suya ve toprağa mecburdur değil mi?

Gökdelenler kırmızı, beyaz, mavi ışıklarla gündüzün çirkin görüntüsünü maskeleyen gecenin ambalajında oynaşıyor. Rezidansların, plazaların hastalığına tutulmuş insanoğluna hizmet etmek için bu koca beton kafalıların diktiği binalar, binlerce insanın parasını, yaşamını bağımlılık yaratarak sömürüyorlar. İtiraz eden var mı, yok… Talep var ki çivi çakar gibi garabet yapılar kentin gökyüzüne doğru yükseliyor…

Zaman, kimi anıları zihnin en derinine iter. Hatırlanması güç olsa da bazı anılar hafızanın derinliklerinde kolay kolay kaybolmaz! İpotekli yaşamlarımızdan sıyrılamayız...
Hayat yolculuğuna toprağa dokunarak  çıkmak için düşlemek lazım!
Düşlerinden çalanlardan korkma!
Kalleş düş hırsızından korkma! İnsanı var eden o sihirli dokunuş seni cesur ve fütursuz yapsa da kendini aşıp dünyanın dışına taş...
Cesur ol!

Ay ışığı aydınlatsın düşlerinizi, meyve bahçelerinde oynayın, rüyalarınızda kahkalarınızla büyütün çiçeklerinizi! Maskesiz, doğal olun!
Bi ısırık elmadan alın, cehennemi boylamadan...
Doğa ile sevişin, savaşmayın... Şimdilik bu kadar! 

Ozan Arif’in dediği gibi; “Arif'im yıkılmış şehir gibiyim. Tadım yok, tuzum yok, zehir gibiyim.. Yatağına küskün nehir gibiyim. Akıyorum ama sen gel bana sor...


Öfke büyük, enkaz büyük… Geçmiş olsun TÜRKİYEM

Sağlık ve sevgiyle kalın,
Aydan Tuncayengin

 

Bu yazı 350 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum