Henüz 14 yaşındaydım, hayata soldan bakmayı öğrendiğimde. Henüz 15 yaşındaydım, Trabzonlu bir Laz arkadaşımla okulda aynı sırayı paylaştığımda. Henüz 17 yaşındaydım, Mardinli bir Kürt kızı sevdiğimde. Kürt olsun, Laz olsun, Ermeni olsun; ne olursa olsun, insan olsun dediğimde henüz 14 yaşındaydım. Ortaokul sondu benim tarihle tanış olmam. Okuyup, araştırıp dünyayı tanımam hayatımın ilk şansıydı belki de. İlkler her zaman unutulmaz olur. İlk aşk, ilk öpücük, ilk zafer, ilk kayıp ve daha niceleri… O zaman tanıdım ideolojileri. O zaman karar verdim hayata soldan bakmaya. Deniz’le tanıştım, Mahir’le tanıştım, Sinan’la tanıştım. Bildiğim tek bir şey vardı: Ne olursa olsun, hangi ideolojiye mensup olursa olsun, bir insan fikri ile suçlanmamalı.
Ne yazık ki ülkemizde fikriyle suçlanmayı geçin, fikriyle idam edilenler, katledilenler ve hapsedilenler oldu ve hâlâ oluyor. Oysaki bu, ne büyük bir hakaret cumhuriyete ve demokrasiye. Oysaki bu, ne büyük bir ihanet Atatürk’e, kanını topraklara akıtan analara ve yiğitlere. 20 seneyi aşkındır yaşıyoruz bu ülkede zulmü ve yoksulluğu. Fikirsizlik ve adaletsizlik ülkesinde boyun eğmeyen kaç kişi kaldık acaba? İnan ki çok azız. İdeolojimle zerre uyuşmayan Ümit Özdağ bile bu ülkede gözaltına alınıyor.
Ne garip bir ülke burası… Fikirlerin suç, düşünenlerin mahkûm olduğu; hakikatin üstünün örtüldüğü, adaletin terazisinin bozulduğu bir diyar. Fikrini söyleyen ya işinden oluyor ya da özgürlüğünden. Gazetecilerin, akademisyenlerin, siyasetçilerin tek bir gerçeği dile getirdiği için yargılandığı, sürgüne zorlandığı bir ülke… Koskoca bir ülke, birkaç kişinin cebine sığdırılmaya çalışılırken milyonlar yoksulluğa ve umutsuzluğa mahkûm ediliyor. İnsanlar ekmek peşinde koşarken adaleti aramaya vakit bulamıyor. Medyanın susturulduğu, basının sansür kıskacında tutulduğu bir düzende, “haber alma özgürlüğü” diye bir şey kalıyor mu geriye? Kalemini özgürce kullanan gazeteciler zindanlara atılırken, gerçekleri halka anlatmaya çalışanlar tehdit edilirken, nasıl bir demokrasiden söz edebiliriz?
Ekonomi desen; liyakatsiz ellerde her geçen gün daha da dibe çöküyor. İnsanlar açlık sınırının altında yaşarken, ülkeyi yönetenler saraylarından ekonomik büyüme masalları anlatıyor. Gencecik insanlar umutlarını yurtdışına kaçış planlarında arıyor. Peki ya geride kalanlar? Onlar da sessizliğe, boyun eğmeye mahkûm ediliyor.
Ama unutulan bir şey var; zulüm ne kadar artarsa artsın, hakikat bir gün mutlaka yolunu bulur. Bu topraklarda fikre pranga vurulamaz, gerçeğin önüne set çekilemez. Biz hâlâ buradayız; susmayacağız, yılmayacağız. Çünkü adalet bir gün herkese lazım olacak ve biz, o güne kadar direnmeye devam edeceğiz.