Dr. Ceyhun İrgil

Dr. Ceyhun İrgil

Likya Yazıtları
ceyhunirgil@gmail.com

Fethiye ve 12 Eylül 1980 günü…

11 Ağustos 2021 - 20:02

12 Eylül 1980… Sıradan bir sonbahar günüydü. 

İzmir Atatürk Lisesi’nde okuduğum için Fethiye’nin en güzel zamanlarında ayrılmak zorundaydık. Sarnıç Mahallesi’nde (eski adı ile Bademlibahçe) Kale Sokak’taki dede evimizde dönüş telaşı var. Yemen gazisi (redif askeri olarak gitmişti) dedem Şekerci Hakkı ve tüm kızları (Mihriye, Hatice, Fatma, Saliha) bir asırdır bu mahallede otururdu. Tek oğlu Marangoz Raif (İrgil) 2 katlı baba evinde yazları geçirir, kışları çocuklarının (Ceyhun, Sedat, Hakkı) okulu nedeniyle İzmir’e dönerdi.

 

Kale Sokak çocukluğumun sokağı. Karşı komşu Havana Teyze eşi kasap Mehmet ağabey, karşı köşede Peynirci Yaşar ağabey, yan komşu Saatçi Behçetler, Düriye abla, Hamdi ağabey, bitişik kapı mavi gözlü pamuk saçlı Naciye Teyze (Şekerci Mustafa ailesi) her biri tarih kitabı gibiydi.

 

Sarnıç ve Yaşar ağabeyin önündeki bahçe oyun alanımızdı. Kurban bayramlarında mahalleli kurbanları bu bahçede keserdi. Sarnıç’tan aşağıya doğru iki sokak uzanır. Beyaz badanalı eski Fethiye evlerini takip ederseniz Çarşı Caddesine ulaşırsınız. Kale Sokağın dik bayırından aşağıya inerken 1957 depreminden kurtulmuş eski Fethiye evlerinin arasından köşedeki bakırcı dükkanın yanından da caddeye kestirme yoldur. 

 

Bakırcının yanı başı Beşkaza Gazetesi’nin ÇaçoronlarınMatbaası… sonra önünde tezgahları ile eski Fethiye esnafına ait sıra sıra dükkanlar… Bu dükkanların ve evlerin kapısında kilit olmazdı. Akşamları tezgahların üstüne bir muşamba örterler, kapıya da ters bir tahta sandalye kondu mu, kapalı demektir. Gece gündüz kilitsiz bu dükkanlara bir Allah’ın kulu el sürmezdi. Yani hırsızlık nedir bilinmezdi.

 

Kale Sokaktan çıkıp Sarnıç’tan yukarı yol kenarında eski Fethiye mezarlığı, arkasında Akıncı İlkokulu, biraz alt köşede babam ve Yusuf Tekin’in yıllarca çalıştığı marangozhane vardı. Marangozhanenin etrafından iki Likya lahit mezarı bizim için oyun alanıydı. Yazları marangozhanede çıraklık yapar, fırsat buldukça bahçeye kaçar, ağaçlardan dut, yemiş (incir) toplar, yerdik. Kaya yolu toprak, yolun başındaki Kale ve Deppoy bahar günlerinde ve yazları bizim için keşfedilecek bir başka oyun alanıydı. O zaman manzaralı yol yoktu ama bu yamaçlara adaçayı, kekik toplamaya çıkardık. 

 

Kaya’ya yayan gitmek en büyük maceramızdı. Kaya’nın eski el yapımı Arnavut taşları ile döşeli yolunu takip ederek, yolun ortasındaki Sarnıç’a ulaştık mı, sevinirdik. Çam ağaçlarının gölgesinde birkaç mezarın bulunduğu Sarnıç yanında mola verirdik. Bu aşamadan sonra Kaya yolu yaz kış çam ağaçlarının gölgesinde kalır. Ormanın sessiz ve dingin gölgeli yolunda yürümek büyük keyifti. 

 

Sonra ver elini Kaya… Kaya ovası yemyeşil. Tek tük birkaç taş ev… karşı yaka ise hınca hınç taş evlerle dolu. Kaya’nın Türk mahallesi Keçiler’de çeşme başında su molasında başlar yıkanırdı. Ardından evlerin arasından köy meydanına giderdik. Kaya hep sessiz sakindi ve kendine ait büyülü bir aura vardı. İnsan boyunda dev papatyalar, mısır incirleri, kaya incirleri, dut ağaçları, binbir türlü çiçekle bezeli ovada, Kaya evleri arasında gezer, oynar sonra yorgun argın tekrar Fethiye’ye dönmek üzere yola koyulurduk. 

 

Dopdolu ve güzel bir yaz sonuydu. Yaz boyunca Fethiye’nin, Kaya’nın, Kale Sokağının, Boncuklu, Katrancı Koyu’nun, limanda denizin tadını iyice çıkarmıştık. Güzel günlerin sonu yine gelmişti. Her zamanki gibi, arabamızı köy tarhanasından kekik suyuna kadar kışlık erzakla doldurup İzmir’e dönme hazırlığı yaptık. 

 

12 Eylül 1980 sabahı kalktık. Darbe olmuş ama haberimiz yok. Yola çıkacağız ama sokakta tuhaf bir sessizlik, kentte sakin bir hava var. Tam yola çıkarken komşular babamı uyardı;

-Raif usta nereye gidiyorsun? Askeri darbe oldu. Sokağa çıkma yasağı var, dediler.

Babam;

-Arkadaş okullar açılacak, hazırlığımızı yaptık, biz ne olursa olsun yola çıkacağız. Hayırlısı, dedi.

12 Eylül sabahı yola çıktık. Tek kapı Anadol araba hınca hınç dolu ve 3 çocuk babam, analık düştük yola. Daha Köprübaşı’nda kesildi yolumuz. O zamanlar pek polis yok. Ortalık jandarma dolu. Sordular “Nereye amca? Sokağa çıkmak yasak…” Babam ne anlattıysa, komutan bir izin kağıdı verdi. Ortaca’ya kadar geldik. Ortaca çıkışı tekrar kesti asker önümüzü. Oradan Köyceğiz Jandarma komutanlığına götürdüler. Bir kez daha özel bir izin kağıdı hazırlandı. Bu izin kağıdı ile Muğla’ya, Muğla’dan aldığımız izin ile Aydın’a ve sonunda 14-15 saatte İzmir’e vardık. 

 

12 Eylül 1980 askeri darbe günü Fethiye’den İzmir’e bomboş yollarda seyahat ettik. Ülkede darbe olmuştu ancak yol boyunca köy ve kasabalarda sıradan sakin bir gün yaşanıyordu. İnsanlar kahvehane veya televizyonlu evlerle toplaşmışlar olan biteni izliyorlardı. Yol boyunca gördüğümüz, konuştuğumuz insanlar, askerlere su, meyve ve yiyecek ikram edip, teşekkür ediyorlardı. Sanki bütün ülke darbe ile bir günde selamete kavuşmuş gibi bir atmosfer vardı. 

 

1977-1980 arası babamın tanımı ile “anarşik” olaylar, sağcı solcu gençlerin ölümleri, silahlı çatışmalar, siyasi olaylar, istikrarsızlık halkı bıktırmıştı. Bu nedenle ilk aşamada askerlerin yönetime el koyması memnuniyetle karşılanmıştı. Çünkü halk öncelikle silahlı çatışmaların bitmesini önemsiyordu. Ancak sonrası ilk günün huzurlu ve sakinliği ile sürmedi. Maalesef askeri darbenin ülke için siyasal ve sosyal sonuçları çok daha ağır oldu.

 

 

Kalemiye Koyu ve Hilside

 

Çocukluğumuzda Fethiye’nin içinden özellikle de limandaki iskeleden denize girerdik. Beton iskelenin üstünden koşarak denize atlamak, sonra iskelenin kenarındaki eski lastiklere tutunarak yukarı çıkmak büyük zevkti. Aynı şekilde 2.Karagözlerin önünden, Aksaz koyunda ve bugün Letonya Tatil Köyü’nün kapattığı koylardan denize girmek Fethiyeli çocuklarının yürüyerek veya bisiklet ile kolyaca ulaştığı koylardı. Biraz daha zahmete katlanarak Boncuklu, Samanlı ve Kalemiye (şimdi Hillside Otel’in olduğu) koyuna da giderdik. Kalemiye koyunda sanırım deniz suyu ile karışarak çıkan yavan bir kaynak vardı. Yüzyıllardır bir tür barsak temizliği için Fethiye’nin yaşlıları bu koya ailecek gelir, bu kaynaktan su içer ve adeta bir antitoksin uygulama yaparlardı. Ninem Üzümlülü Kara Meryem, halam Şükriye Tekin, eniştem Mehmet Tekin, kuzenlerim, babamlarla bazen bu hafta sonları bu koya piknik yapmaya giderdik. Ninemi eklem ağrılarına şifa olsun diye kuma gömerdik. Rahmetli birçok Fethiyeli gibi hiç denize girmezdi.

Kalemiye ve Boncuklu koyları ailecek gidilen uzak yerler sayılırdı. Bazen bisikletli arkadaşlarla yalnız başına da giderdik. En kolayı ve eğlenceli olan ise limanda iskeleden denize girmekti. İskele kenarında oltaları ile kefal ve lopa müdavimleri olurdu. Olta balıkçıları hamur ve teke ile balık avlarken, çocuklar neşe içinde limanda yüzer, Fethiyeli aileler de liman kordon arasında akşamüstü volta atardı. 2. Karagözlerde yüzerken birkaç kez yunuslara denk gelmişliğim vardır. Biz yüzerken çevremizde yunuslar atlaya hoplaya adeta bize eşlik ederdi.

 

Akşam gün inerken denizden çıkar, oynaya oynaya kordondan Rafet Restoran’ın önünden şehre kıvrılır, dondurmacı Cengiz’den bir külah sade dondurmamızı alır evin yolunu tutardık. 

 

1980’lere kadar Fethiye’nin koyları halka aitti. Özallı yıllarla birlikte ne olduysa yavaş yavaş koylar sahiplenilmeye başlandı. Herkesin özgürce faydalandığı bu doğal güzellikler zamanla halka kapanmaya başladı.

 

1980’lerde tıp fakültesinde okurken evlenmiştim. Sınıf arkadaşım olan eşimi doğal olarak ilk olarak memleketim Fethiye’ye getirip, ona gurur duyduğum güzel memleketimi tanıtmak istiyordum.  Büyük bir sevinçle Katrancı, Güllük, Samanlı, Belcekız ve Kıtrak koylarına götürdüm. Katrancı her zaman kalabalık, çadırcıların kamp için tercih ettiği ama sapsarı kumu ile ailelerin tercih ettiği bir ormanlık koydu. Güllük Koyu ise dünyada eşi benzeri bulunmayan bir yaz gölgeliğine sahiptir. Dünyada çok nadir bulunan günlük ağaçlarının ormanlaştığı bu koyda, günlük ağaçlarının gölgesinde Ağustos ayında bile üşürsünüz.

 

Tüm koyları gezdikten sonra, sakin suları nedeniyle, evimize çok yakın olan, ailecek çok sevdiğimiz ve birçok anımızın olduğu Kalemiye Koyuna gittik. İşte ilk kez özelleştirme gerçeğini ve kendi memleketimde yasağı Kalemiye Koyunda yaşadım. Yıllardır özgürce gittiğimiz toprak yola sapıp, Kalemiye koyuna inişe geçmeye niyetlendiğimiz sırada bir görevli yolumuzu kesip “Yassah kardeşim!..” dedi.

 

Yasak mı? Ne yasağı? Kendi memleketimizde kendi mavi koylarımız neden yasak olsun ki? Adam gayet sert bir tavırla “artık yasak kardeşim… burayı özel bir şirket aldı, otel yapacak” dedi. İlk kez otel yapılacak haberini duyduğumuz koya eşime gösterebilmek için rica minnet yalnızca gezmek ve hemen çıkmak şartıyla zorla girdik. 

 

Mahsun ve üzgün bir ruh hali ile son kez güzelim KalemiyeKoyu’na adeta bir veda turu yaptık. Ailesinden ayrılıp gurbete gidecek ve bir daha dönmeyecek bir evlat gibi Kalemiye’ninkumlarına dokunduk. Denizin nazlı dalgalarını son kez dinledik ve görevlinin uyarısı ile yüzyıllardır halkın malı olan koydan ayrılmak zorunda kaldık.

 

Ayrılış o ayrılış… bu yazıyı yazarken aradan 35 yıl geçti ve evime en yakın Kalemiye Koyu’nu bir daha hiç göremedim. Yürek kadar yakınımda, bir yabancı diyar kadar uzakta artık… Şimdilerde koyda lüks Hillside Otel var. Bir Fethiyelinin Kalemiye Koyu’na girip görmesi için günlük birkaç bin lira para ödemesi gerekiyor. Biraz kalıp, Kalemiye’de anılarınızı yaşamak isterseniz günlük 2-3 bin lira ödemeniz gerekiyor. “Kendi toprağında parya olmak” derlerdi, bu olsa gerek… 

 

Oysa koylara oteller bile yapılsa kıyılar ve kumsallar halkındır. Ama artık Fethiyeliler Kalemiye Koyuna giremiyor. Kalemiye Koyu kapatıldığında ilk giremeyen aile ve halen özgürce o koya giremeyen kişi olarak çok üzgünüm. KalemiyeKoyu’na “içmeler” özelliği kazandıran, yıllarca Rumların ve Türklerin kana kana kullandığı Kalemiye İçmesine ait kaynak da kapatılmış diye duydum. 

 

Kalemiye artık Hillside… tüm dünyaya açık, Fethiyelilere kapalı…

 

Bu yazı 463 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum