Günür Karaağaç

Günür Karaağaç

ÇEVREDEN
gunurkaraagac36@gmail.com

Göcek Gazete'de Göcek'in unutulmayanları

26 Nisan 2021 - 01:13 - Güncelleme: 21 Mayıs 2021 - 23:09

Osman Ugan ve Mustafa Akboyun öğretmenimizle birlikteyiz. Osman Ugan ile bir yaşam hikayesi sohbeti yapıyoruz.

Kısa özgeçmişinizi anlatır mısınız?

Osman Ugan: 1947 Göcek doğumluyum, ilkokulu Göcek’te, ortaokulu Fethiye’de, tekniker okulunu Düzce Orman Tekniker Okulu’nda tamamladım.

- Orman Tekniker Okulu’na nasıl gittiniz?

Osman Ugan: Şöyle gittim, ortaokulu 1965 yılının haziran ayında bitirmek üzereydim, fakirlik çökmüş, bir yatılı okul kazanmam lazım, her tarafa müracaat ediyorum. Ziraat Meslek Lisesi’ne, Kadastro Meslek Lisesi’ne, Öğretmen Okulu’na… Bunlara başvurumu yapıyorum. Orman İşletmen Müdürü Azmi Beyin oğlu Rüştü Erdem arkadaşımdı. Kuruma fotoğraf çektirmeye giderken önünden bir otobüs geldi. Alnında Orman Tekniker Okulu yazıyordu. Allah, Allah… Böyle bir okul varmış! Dedim. O yıllarda Göcek’te Orman Şefliği olmadığından dolay bu kuruma yabancıydım. Sadece Orman Muhafaza Memuru Süleyman Pabuçcu’yu biliyordum. O sırada Rüştü’de önümden geçiyordu, tesadüfe bak. Dedim ki, “Rüştü, senin baban ormancı, böyle bir (okul) isim geçiyor, babana soralım mı?” Rüştü, “Tamam, soralım” dedi. Gittik ve gördük ki okula gitme şartnamesi de müdürün masasında duruyormuş. Ortaokuldan sonra imtihanla gidiliyormuş. Türkiye çapında büyük ve tek bir imtihan yapılıyormuş. Sonradan Trabzon’da da açıldı ama o zaman tekti. Şartlarını da gördük fakat imtihana girmek için devlet hastanesinden tam teşekküllü rapor isteniyordu. Türkçe, Matematik, Biyoloji (Fen)’den imtihana gireceğiz. Fakat Muğla’da dahi henüz tam teşekkülü devlet hastanesi yoktu. Nereye gideceğiz? İzmir’e gideceğiz. Muğla’da öğretmen okulu imtihanına girdik, oradan birkaç arkadaş dedi ki; haydi (İzmir’e) gidelim! Cebimde de para yok… Rahmetli teyzemin oğluna rast geldim. 50-100 lira borç aldım ve 4-5 çocuk atlayıp İzmir’e gittik. Ne yapalım, nasıl gidilir, hastane nerededir? Bilen yok… 

 Ben 15 yaşındaydım, arkadaşlarımı bilen yok… Dedik ne yapalım? Arkadaşlar, dilekçe yazalım, muadili olarak havale ettiririz, dedim. Durduğum yerde bir de baktım ki İzmir Milli Eğitim Müdürlüğü binası var. “Milli Eğitim Müdürlüğü’ne dilekçe yazalım” dedim. Onlar bir yolunu bulur ve bizi hastaneye gönderir. İçeri girdik ve (görevli) bayana; “Efendim durum böyle, böyle…” Kendisi “devlet hastanesine…” diye bir (dilekçe) havale etti. Nerede hastane var? İzmir’in girişindeki Konak Devlet Hastanesi’nde… Hemen oraya gittik, durumumuzu anlattık. Fakat bugün göz muayenesi var, yarın bilmem ne muayenesi var… Nasıl olacak bu? Paramız da bitiyor. Kayseri Otel adında bir otel bulduk, terasında gecelemek 2,5 lira, yaz mevsimi tabi… Bu işi de hallettik, sonra Konya Lokantası’ndan kuru fasulye, bir şeyler atıştırdık. Sonuç olarak 4-5 günde bir haftada raporu alabildik. İnanır mısınız, bize raporu mektupla göndereceklerini söyledikleri halde bekleyemeyiz, dedik. Beklemek zorundasınız dediler ama başhekime başvuralım dedik. Başhekime çıktık ve dedik ki; “Hocam, durum böyle, böyle… Paramız yok, raporu alıp gitmemiz lazım, İzmir’de yaşayamayız.” Başhekim sonunda dedi ki; “Tamam, adreslerinizi bırakın, raporlarınızı adreslerinize gönderelim” dedi. Bıraktık… Fakat cebimizde de Göcek’e, Fethiye’ye gidecek para kalmadı. Arkadaşlarımdan Nihat (SEKA’dan emekli-rahmetli) dedi ki; “Karabağlar’da bizim oralardan tanıdığımız bir otobüsçü var, onun otobüsünün gitmesi lazım, gidip garaja soralım” dedi. Başka türlü de çaremiz yoktu. Garaja vardık, adam gerçekten oradaydı, arabasını yaptırıp gelmişti, dönemin ilk arabalarındandı, “Hacı Turcan” olarak bilinirdi. Turcan Ağabey, tamam dedi. Otobüsüne bindik ve geldik geriye. Gelen raporlarımızla sınava müracaat ettik. İmtihan yerimiz yine İzmir çıktı. Gideceğiz çare yok. Yine arkadaşlarla çıktık gittik. İzmir İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde imtihanlara girdik. Ve bunu bir kenara koyduk. 

“Başka nerelere başvurabiliriz?” diye düşündük. Vakıflar Yurdu aklımıza geldi. O da Aydın’daydı. Gidelim, dedik. Bu olaylar 1965 yılında (yazın) geçiyor. Ortaokula geç yazıldığım için yaşım on yedi  olmuştu. Babam ve iki sınıf arkadaşım (iki Fethi) ile gittik. (Fethi Ünal, Fethi Hıra) ve ben… İmtihana girdik, bana göre ben soruların hepsini yaptım. Sınavdan çıktık. 3 saat sonra liste asıldı ama bizim ismimiz yoktu. Osman Ugan, Fethi Ünal yoktu fakat Fethi Hıra’nın ismi vardı. Fethi Hıra şimdi İzmir’de inşaat mühendisidir. 

Onca emek boşa gitmişti.

Ama ben bütün soruları yaptım, kazanmamam mümkün değil diye düşünüyordum fakat öyleyse öyledir dedik ve döndük geriye. Ve babama dedim ki, ben okuyacağım. O zaman lise olarak sadece Muğla Turgut Reis Lisesi vardı. Bir tane de Milas’ta olduğunu duymuştum Babam dedi ki, gidelim ve oraya kaydol. Hemen kaydolmam, okumam gerekiyordu, ilkokuldan sonra da ara vermiştim. Amele Şerif Ugan ne yapsın? Peki, okutacağım, dedi. O’da beni okutmayı kafasına koymuştu. 

Muğla Turgut Reis’e vardık, “hop!” dediler. “Lise de (okumak) bu sene imtihanla.” Allah, Allah… Yalan söylemeyeyim, 413 ya da 313 kişi imtihana girdik. 13.sırada kazandım. Dört ay içinde kaydolduk. İsmi lazım değil, bir görevli öğretmen, belki de rahmetli olmuştur, “şapka alacaksın!” diye tutturdu. “Yarın almadan gelme!” dedi. “Yahu hocam, ben imtihanlara girdim, gelmeye hakkım var, haftaya (ya da sonra) alsam olmaz mı?” dediysem de “olmaz”, dedi. Ben de bu duruma hiddetlenerek Göcek’edönmeye karar verdim. Nasıl olsa başvurduğum imtihanlardan birini kazanırım dedim. Fakat eve geldiğimde babam yoktu, meğer ben, (Aydın’daki sınavda) Vakıflar Yurdu’nun imtihanını kazanmışım, oradan evrak gelince babam beni aramak için Muğla’ya gitmiş. 

- O zaman cep telefonu mu var ki, hemen alo deyince bulsun?

Evet, o zaman Ahmet Yılmaz hoca ile Muğla’da beraber kalıyorduk. Ben birinci sınıftım, o ise ikinci sınıftı (yoksa üç müydü, şimdi unuttum). Babam Ahmet Yılmaz’ı Muğla’da bulmuş, bir gece onun yanında kaldı ve ertesi gün dönüp beni buldu. Meğer ben kazanmışım fakat daktilo eden kişi listeyi hazırlarken benim adımı yazmayı yanlışlıkla atlamış. O nedenle sonradan bana yazı geldi. Ben durur muyum, doğru Aydın Lisesi’ne gittim. Şimdiki (nesil) değil de önceki (Recep) Yazıcıoğlu ile aynı yaştaydık fakat o son sınıftaydı. Onu kardeşiyle (Mustafa Sait Yazıcıoğlu, kendisi Diyanet İşleri Başkanlığı yaptı) aynı sınıftaydık. Rahmetli Recep Yazıcıoğlu hem mümessildi hem de üstümüzdü. Çok başarılı olacağı o zamandan belliydi. Yemekhanede tabağımızda bir pirinç tanesi bile bıraktırmazdı. İlla ki hepsi yenecek derdi. O zamandan hükümet edeceği belliydi, canavar gibiydi. Fakat bir sabah uyandık ki kahvaltıda çay içiyoruz ama şeker yok. Pekmez veya balla içiyoruz. Sonra bir sınıfa verildim, 1789 numaralı şubeydi ama 48.sıraya düşmüştüm ve öğretmeni göremiyordum. Boyumda ufaktı, bu olay hiç hoşuma gitmemişti. 

​Bir sabah, Osman Ugan’a telefon var, dediler. Gittim, babam postacı Suat Ağabeyin yanına gitmiş ve beni aratmış. Postacı olmasa nasıl bulacak, arayacak? Neyse beni aratınca dedi ki; “Oğlum, orman okulunu kazanmışsın!” Dünyalar benim oldu tabi. Hemen Suat Ağabey telefonu aldı, “Osman, Nazilli Öğretmen Okulu’nu da kazanmışsın” dedi. Öğretmen okuluna gideceğim, dedi. Babam, “sen bekle, geliyorum” dedi ve telefonu kapadı. Babam okula girme şartnamesini alarak geldi ancak okul taahhütname istiyordu. Bunun üzerine babam dedi ki; “Oğlum, ben orman askeriydim, bu şeflik iyidir, gel sen oraya git (yazıl)” dedi. Fakat baba, ben öğretmen olmak istiyorum, dedim. “Hayır, sen illa şefliğe gideceksin” dedi. Neyse sonra Doktor Muhammet Koyuncu’nun yanına vardık, o, “ben taahhütnameye imza atmam, prensibim değil” dedi. Doğal olarak korktu, bana bir şey olursa sorumluluk kendisinde olacaktı. O sırada tesadüfen Sami Amca (Oğuz) geldi. Kendisi Göcek’teki Maden İşletmesinin müteahhidi idi. Sizin yazdığınız Göcek kitabında ismi muhakkak geçmiştir. Sami Ağabey bizi görünce ne yaptığımızı sordu. Durumu anlattık, taahhütnamedeki bütün şartlara kendisi uyuyordu. Hemen imzaladı ve ben okula kaydolmaya hak kazandım. Fakat okul (Orman Teknikerliği Okulu) ta Düzce’deydi. Yağmur, çamur… Neyse, dört sene orada okudum. Mesleğe Eşen’debaşladım kısacası. O zamanlarda istediğiniz yere tayin olma şansınız vardı. Aslında bizim lisemiz yüksekokul sayılıyordu fakat Talim Terbiye Kurulu bu denkliği kabul etmeme kararı almıştı, yıllardır bunun için savaş veriyorduk. Sonra 1990’da (denklik belgesi için) bu kez İTÜ’nün bünyesinde açılan Sakarya Mimarlık Mühendislik, Düzce Meslek Okulu Orman Ürünleri Teknikerliği Bölümü’nü de okudum ve tamamladım. Okulu bitirip Muğla’ya dönünce ne oldu dersiniz? Talim Terbiye Kurulu karar değiştirdi ve bizim lisemizi tekrar yüksekokul kategorisine aldı. Dediğim gibi o zamanlar nereye isterseniz tayininizi yapıyorlardı. İstediğim yeri dilekçe olarak bildirdim. Fethiye İşletmesi’ne tayin olmak istediğimi yazdım. Orada staj yapmıştım daha önce, bildiğim bir yerdi. Sonuç olarak önce Fethiye’ye oradan da Eşen (Kestep’e) tayinim çıktı. Bölge Şefi Yardımcılığına aday memur olarak tayin edildim artık asaletim oradaydı.

Günür Karaağaç: Peki, hocam. Eşen’e gittiğinizde kasabanın durumunu nasıl buldunuz, kısaca anlatır mısınız?

Osman Ugan: Berbat bir şose yoldan otobüsle geldim. Su yok, elektrik yok, bir fırın var, gazete-dergi yok, bir küçük lokanta cık var. Halit Ağabeyin lokantası… Sami Çavuş’un kahvesi… Orada jeneratör var. Akşamları o jeneratör çalışıyor. Bir ilkokul, nahiye müdürlüğü karakol, sağlık memuru (Sıtma Savaş Sağlık Memuru) var, bir adet de meteoroloji memurluğu bulunuyordu. Meteoroloji memuruna “burada ne yapıyorsunuz” diye sorardım. O da “burada yağış fazla değil. O’da, belki damla düşer de ona bakarız” derdi. 

 

Bu yazı 1163 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum