KARANTİNA GÜNLÜĞÜ...

KARANTİNA GÜNLÜĞÜ... Bugüne kadar olan yaşamımda çok şey gördüm. Bir çok şey yaşadım. Çok ateşten atladım, çok iğne deliklerinden geçtim. Ölümler ayrılıklar gördüm, genç ölümlere tanık oldum. Ve kelebek ömürlü mutluluklar tattım.

KARANTİNA GÜNLÜĞÜ...
27 Ekim 2021 - 20:45
KARANTİNA GÜNLÜĞÜ...
Bugüne kadar olan yaşamımda çok şey gördüm. Bir çok şey yaşadım. Çok ateşten atladım, çok iğne deliklerinden geçtim. Ölümler ayrılıklar gördüm, genç ölümlere tanık oldum. Ve kelebek ömürlü mutluluklar tattım.
Şimdi geçmişe dönüp de baktığımda, ta bizim Mergenli köyümüzün ortasından başlayan ve birçok yeri dolaşarak bugüne gelen, ucu bucağı belirsiz daracık bir yol görüyorum. Yol kenarlarını kurumuş kenger dikenleri, arsız otlar ve deve dikenleri sarmış... Ama güvercinler uçuyor özgürce...
Kimi zaman keder bir sağanak yağmur gibi yağdı hayatıma, kimi zaman bulutlar arasından sızan bir ışıkta gördüm mutluluğu...
Hayat bu...
Böyle böyle akıp gidiyor. Her geçen gün ömürden...
...
Geçtiğimiz Cumartesi (16 Ekim) şiddetli halsizlik ve öksürükle birlikte hastanenin yolunu tuttum. Muayene için kapısını çaldığım doktor beni hemen Covid testi vermeye gönderdi. İşte o andan başlayarak benim için savaş tamtamları çalmaya başladı.
İnsan dikkatini verip kendini dinlerse, birçok şeyi önceden sezebiliyor. Öksürük ve üşüme krizleri başlayınca anladım ki, Covid 19 belası bizim başımızın üstünde dolanıyor. Sonra ateşim çıkmaya başladı. O arada sıtmaya yakalanmış gibi üşüyor, titriyordum. O gün kaç kez E Nabız girip baktım acaba pozitif mi diye... Evet pozitifti
Gece yarısı sağlık ekibi kapıya gelip ilacı bıraktı. Hemen kütüphane odamıza kapandım. FAVIRA 12 saatte 8 adet birden. Nasıl bir uygulamaysa?
Ateşler içinde kıvranıyorum. İnsan bilinçaltı böyle zamanlarda hiç istemese de, bir hayat muhasebesine girişiyor. Hesap kitap bilmeyen ben, oturdum kocaman bir defterin başına o muhasebeyi yapmaya başladım...
Sanki koca bir nehirden geçiyormuşcasına duygudan duyguya geçtim. Hayatım baştan sona film şeridi gibi gözümün önüne serildi. Hem de renkli fotoğraflar şeklinde kare kare...
En çok kaybettiklerimiz geldi aklıma. Ne kadar çok değerli insanımızı kaybetmişiz meğer! Sonra ertelediklerim, yapmak istediklerim, görmeyi planladıklarım... Yıllar öncesi ve yıllar sonrası hepsini yazdım defterime...
Sanki bir at üstünde geçtim arkaik çağları... Yanmış kentler, yıkılmış kaleler, göğsüne ok saplanmış kederli askerler, savaştan kaçan yaralı çocuklar. Saldırıya uğramış kervanlar. Çadırları yağmalanmış küçük köyler gördüm...
Elinde kalem, koca bir defterin başında, hayatın bir başındayın, bir sonunda... Ve bir nehrin ortasından baktım dünyanın en ucuna, kutuplara. Bir deniz feneri kör bir aydınlıkla aydınlatmaya çalışıyor çevresini... Ama ne yazık ki, her seferinde sis boğuyor sarı kör aydınlığı...
Ara ara, ateşlerin içinden sıyrılıp kendime geldim. Kale mahzenlerinde kolları zincirli mahkum gibi hissettim kendimi, mazgal deliklerden baktım hüzünden örülmüş duvarlara...
...
Yıllar önceydi, 50. Yıl Lisemizde bir milli güvenlik hocası arkadaşımız vardı. Hayata farklı bakan... Askerdi, ama askerlik ruhu onda hiç yoktu. Kederliydi gözleri, ama yaşamı seviyordu. Hepimizin gördüğünden daha farklı görüyordu yaşamı. Beyni bir başka şekilde algılıyordu gördüklerini...
Durdum yanında bir gün.
"Hocam, sizin olaylara farklı bakmanızı sağlayan nedir, neden her olayda yaşamı önceliyorsunuz?" diye sordum.
Yüzüme binlerce yıl öncesini görüyormuş gibi baktı: "Bundan on yıl önce milyonda bir görülen bir ölümcül hastalığa yakalandım. Aylarca bitkisel hayatta kalmışım. Bir sedye üzerinde çağlar geçirmişim. Gözümü açtığımda başında doktorlar, mucize görmüş gibi yüzüme şaşkın bakıyorlardı. Bense birkaç dakika öncesi uyumuşum da uykudan kalkmışım hissini yaşıyordum.
Bir süre sessiz telaşlı bakıştıktan sonra, 'sıcak bir işkembe çorbası için nelerimi vermezdim' dedim. Doktor, 'Kelle paça daha iyi giderdi aslında, ama ne yazık ki, hastanedesin ve sekiz aydır bitkisel hayattasın...' dedi. Doktorla iyi dost olduk sonrasında. Birgün vizite gelmişlerdi, bir genç koridordan koşarak geçiyordu. Yatağının başında dikilen doktorumun önlüğüne yapışıp sordum, 'bir gün ben de, o genç gibi koşabilecek miyim?' O ne ki; ondan daha hızlı bile koşabileceksin, Ama sabırla!!' Aradan bir zaman geçti, ayağa kalkmaya başladım, bir süre daha geçti yürümeye başladım. Bir süre sonra koşmaya başladım. Yatağa düşmem ve koşmam arasında üç yıla yakın bir zaman geçmişti. Sonra anladım ki, bu hayatta en önemli şey sağlık!. O yoksa her şey boş... İşte o gün değişti hayata bakışım. Şimdi her olayda, sanki o günleri yaşıyormuşum gibi düşünürüm. Çok da sıkmam canımı... Hayat bir kez yaşanıyor. Sevginin dostluğun değerini bil!"
Ne kadar da doğruydu, hepimiz ne kadar da çok yaşamın ulaşılmazını seçiyorduk. Ne kadar çok aldatıyordu dünyanın rengi bizi...
Karantinanın üçüncü günü, iki aşıya rağmen öksürük şiddetini daha da artırınca hastaneye yatabilecegimi düşünmeye başladım. Öksürük nefes almamı iyice zorlaştırıyordu. O gün tek tarafli olarak bütün hesapları kapattım. Öyle ya, hastaneye hesap kitap yaparak gitmemeli insan! Kendi içinde hesapları bitirmeli ve kaygısızca yatmalı... Tam O anda ben canımla uğraşırken, telefonum çalmaya başladı, arayan filyasyon ekibinden bir görevliydi.
"Erdal Bey nasılsınız?"
"Ölüyorum..." dedim, şaşırdı. Şaka yapıyormuşum gibi geldi ona, oysa hayatımın en ciddi ve en kaygılı anlarından biriydi. Gülümseyerek geçmiş olsun. Bir şey olursa doktorunuzla konuşun' dedi.
Türkiye işte böyle bir ülkedir işte. Ölüyorum dersin, geçmiş olsun der karşıdaki...
Neyse, az sonra öksürük azalır gibi oldu. Kimbilir belki de filyasyon ekibinin verdiği moraldir...
Dördüncü ve beşinci gün hep öksürükle mücadele ettim. Kafamdaki kuruntu ve şüphelerden uzaklaşmak için müzik dinledim o günlerde en çok ve gündemden uzak kitaplar okudum. Özellikle Seneca ve Sofokles'in 2500 yıl önce yazdıklarını okudum. Opiudus'u, Antiogone''i, Troyalı Kadınlar'ı... İnsanlığın temel duygularının değişmezliği üzerinde uzun uzun düşündüm.
Sonra Nazım'ın şiirlerini okudum ve ruhumun derinliklerinde meydana gelen yaralara merhem olsun dedim. Sanırım oldu da...
Sevgili dostlar karantinanin 10. gününden yazıyorum size bu satırları... Bugün öksürük devam etse de, artık hızla iyi olmaya doğru ilerliyorum.
Merak eden dostlara, arayan soranlara, mesaj atanlara, Çok çok teşekkür ediyorum. Birden ortadan kaybolup dört duvar arasına çekildim. Çoğu telefona yanıt veremedim. Beni bağışlasın dostlarım...
Size nacizhane önerim, virüse yakalanmamak için elinizden gelen tüm dikkat ve çabayı gösterin.
Hastalanmayın. Bağışıklık sisteminizin zayıflamasına izin vermeyecek biçimde beslenin. Üzülmeyin, kendinizi yiyip bitirmeyin!
Sağlıklı günlerde yeniden görüşebilmek dileğiyle...
Erdal Atıcı
27 Ekim 2021
NOT: Bu yazı salgına karşı daha dikkatli olunmasına katkı sağlar umuduyla yazıldı...

 
Bu haber 353 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
Erdoğan ile görüşen Özgür Özel'den ilk açıklama
Erdoğan ile görüşen Özgür Özel’den ilk açıklama
 İztuzu Plajı 2024 Giriş Ücretleri – Turtle Beach 2024 Giriş Ücreti Listesi
İztuzu Plajı 2024 Giriş Ücretleri – Turtle Beach 2024 Giriş...