HATIRLAMA BAHÇESİ BAYRAM CAMBAZ'IN DÜĞÜNÜ…

Köyde 14, 15 yaşlarında dokuz - on tıfıldık. Yaz dönemlerinde düğünlere gidiyor, karaltılarda fırsat buldukça kafaları çekip, davul zurna önüne çıkıp zeybek oynuyorduk. Özellikle bizim yörede “ağır hava” denilen Kerimoğlu Zeybeğini büyüklerimizden gördüğümüz gibi, öğrendiğimiz gibi bir kartal gibi süzülerek ve yine bir kartalın pençelerini vurduğu gibi dizlerimizi vura vura oynuyorduk. Bizim orada, davulun önünde oynayana, para çevirmek çok meşhurdur, biz gençler zeybek oynamaya çıkınca büyüklerimizin gözleri dolar, ağlayarak para çevirmeye çıkarlardı.

 HATIRLAMA BAHÇESİ BAYRAM CAMBAZ'IN DÜĞÜNÜ…
01 Ağustos 2021 - 07:41
Ortaokul üçüncü sınıfa geçtiğimiz yıl dünyayı toz pembe görmeye başlamıştık. İnanılmaz romantik ruhlarımız vardı. Gerçekten çok güzel günlerdi. Kanlarımızın damarlarımızda ateşten sıcak ve bir nehir gibi coşkulu aktığı o güzel günler, elimizden avcumuzdan yavaş yavaş akıp gitti ve bir daha hiç geri gelmedi…
Bayram Abi (çok genç yaşta rahmetli oldu) çocukluğunda geçirdiği bir hastalık nedeniyle saçları başının kimi yerinde yoktu. O bunu pek takıntı yapmaz, gençlerle oturup konuşmaya başlayınca, susup anlattıklarını dinlerdik.
Bir filozof gibi konuşur (gerçi Yörüklerin çoğu filozof gibi konuşur), biz gençlere çok takılırdı. Biz de ona çok takılır, şakalar yapardık. Hiçbir zaman bize gücenmezdi.
Yaşı evde kalma dönemine girdiğinde, Dalaman’ın dağ köylerinden birinden nişanlandı. Düğününe gitmeye söz verdik. Babası Cambaz Dayı, köyden çıkmadan önce biz gençleri başına topladı. “Gençler size istediğiniz kadar rakı alacağım, ancak gelini alıp Ortaca sınırlarına kadar bir yudum dahi içmeyeceksiniz. Gözünüzü seveyim, bir taşkınlık yaparsanız, büyük olaylar olur. Onlar da Yörük köyü aman, gözünüzü seveyim…”
Cambaz Dayıya söz verdik. Dedik ki, “gelini alıp Ortaca sınırlarına girinceye kadar her birimiz bir yudum bile içki içmeyeceğiz, taşkınlık yapmayacağız.”
Dört davul, dört zurna, traktörlerle yola çıktık. Traktör konvoyuyla Dalaman içinden yaylaya doğru tırmanmaya başladık. Gittikçe başı karlı dağlara doğru çıkıyorduk.
Nihayet çam ormanlarının arasından şirin bir köye vardık. Orada da, iki davul iki zurna karşıladı bizi. Dağlar, taşlar zurna sesinden yıkılıyor. Bizler uslu birer çocuk olarak üstümüzü başımız çırparak traktörlerden indik, her birimiz bir çam dalı altına girdik, düğünü izliyoruz.
O zamanlar, gelin almaya damat gitmez, gelin almaya gidenler geri dönerler evin avlusunda damat gelini karşılar, damattan “indirmelik” istenir ve damat cebindeki tüm parayı indirmelik olarak verir, gelin arabadan inince kurban kesilir, davul zurna susar bir Hoca dua eder, dua bitince davul zurna yeniden çalmaya başlardı…
Damat Bayram Abi gelin almaya gelmemişti. Gelin alındı. O köyden birkaç genç, gelin arabasının yolunu kesti. Adettendir, Goca Cambaz Dayı, her yol kesilişinde iki büyük rakı verdi. Öyle öyle köyden uzaklaştık. Ortaca’ya inince Cambaz Dayı traktörleri durdurdu. Davul ve zurnacıların olduğu bizim traktöre iki kasa rakı koydu, biz gençlerin istediği kadar rakı verdi. Büyük bir yükten kurtulmuştu. Kavgasız dövüşsüz gelini almış Ortaca’ya kadar gelmiştik.
Rakı boldu ama meze yoktu. Karnımız da hayli acıkmıştı. Dalaklı Mahallesi taraflarında traktörü durdurup bahçelere indik. Güz günü; limon, portakal ne bulduysak, topladık ve mezeyi de böylece halletmiş olduk. Daha Yeşilyurt köyüne varmadan çoğumuz sarhoş olmuştuk.
14- 15 yaşında rakının ne demek olduğunu, nasıl içilmesi gerektiğini de, o gün anlamış olduk… En öndeki traktör, davul zurnanın ve biz gençlerin bindiği traktördü. Traktörün kontrolü bizdeydi. İstediğimiz yerde durduruyor, aşağıya iniyor davul zurnayı da indiriyor, önünde döne döne zeybek oynuyor, ya da zurnayla birlikte uzun havalar söylüyorduk… Gelin arabası arkadaydı. Artık sarhoş olmayan kimse kalmamıştı.
Davul ve zurnacılar da içtikleri için inanılmaz çalıyorlardı. Bizim köyün sınırlarına girdiğimizde güneş batmıştı. Yolda toz duman içinde hala oynuyorduk. Dedik ki, buradan sonrasını yürüyerek gideceğiz. Ama öyle yakın değil, daha beş altı kilometre var köye. Koca Cambaz Dayı, gelip gidip gözümüzün içine bakıyor. Bir taraftan hoşuna gidiyor, bir taraftan haklı olarak geceye kalmak istemiyor. En sonunda dayanamadı; “çocuklar güneş battı, artık bir an önce gidelim. Sözüm söz evin önünde düğün dağılmayacak istediğiniz kadar davul zurna çalsın. Siz de orada oynayın” dedi.
Koca Cambaz Dayıyı mı kıracaktık. “Yalnız bir türkü var” dedim “Kör Mustafa çalacak biz söyleyeceğiz…”
Kör Mustafa bizim yörenin en tanınmış zurnacısıydı. Kimi insanlar düğüne yalnızca onu dinlemeye gelirlerdi. Babamın en sevdiği adamdı, biz Kör Mustafa’nın çocukları torunları yaşındayız.
“Ela gözlüm ben bu elden gidersem”i çal abem!” dedim. Başını salladı. Son derece olgun karşıladı isteğimizi… Zurnasını gökyüzüne doğru dikti. Ve başladı. Zurna sesi asırlar öncesinden gelen bir ağıt gibi dağları birbirine kavuşturmaya başladı.
Bu sesler, bizim seslerimiz, o akşam dünyayı birkaç kez dolaşıp geldi…
Ela Gözlüm Ben Bu Elden Gidersem,
Zülfü Perişanım Kal Melül Melül.
Kerem Et, Aklından Çıkarma Beni,
Ağla Göz Yaşını, Sil Melül Melül.
Elvan Çiçekleri Takma Başına,
Kudret Kalemini Çekme Kaşına,
Beni Ağlatırsan Doyma Yaşına,
Ağla Göz Yaşını, Sil Melül Melül
Karac’oğlan Der Ki Ölüp Ölünce
Bende Güzel Sevdim Kendi Halimce
Varıp Gurbet Ele Vasıl Olunca
Dostlardan Haberim Al Melül Melül
Bu türküyü ilk kez radyoda Muzaffer Akgün’den dinlemiş ve bayılmıştım. Hem sözlerini hem de ezgisini hafızama almıştım. Kör Mustafa yeri göğü inletiyordu. Orada bulunanlar da eşlik ediyordu. O an Kör Mustafa’ya para yağdı. Kimisi zurnanın deliğine dürüp sokuyordu parayı, kimi cebine koyuyor kimisi de, şapkasının altına sıkıştırıyordu.
Bu arada bana da arka arkasına bardakla rakı sunuyorlardı. Delikanlılık işte, gelenden gidenden birer yudum alıyordum… Ama yavaş yavaş başım dönmeye başlamıştı. Ve gittikçe de dünyanın dönme hızı artıyordu. Az sonra bu hıza yetişemeyecek ve yere savrulacaktım. O gün bugün dünyanın hızına yetişemiyorum.
Sonrasını hatırlamıyorum. Evde bir ara babamın başıma geldiğini Anama talimatlar verip sarhoşluğumun geçmesi için özel karışımlar hazırlattığını hatırlıyorum. Gençlikte olurdu böyle şeyler, diyordu. Demek ki, biz de gençliğe adım atmıştık.
Düğün ne olmuştu, ya arkadaşlarım… Hiçbir şeyi hatırlamıyordum. O günden sonra düğün ve zeybek şöhretim arttı. Köyde bulunduğum düğünlerde mutlaka oyuna kaldırırlardı beni…
O kültürün yaşatılması adına ben de çıkardım meydana, iyi kötü birkaç zeybek oynardım. Hala zeybek geleneğin yaşatılması için mücadele veren insanlardan biriyim.
O zamanların düğün kültürü, o bambaşka bir kültürdü. Yüzyıllardan beri süzüle süzüle gelen bizim özümüz olan, o kültürümüz ne yazık ki yozlaştırıldı. Bilerek yaptılar bunu. Ekonomik koşullar da bu yozlaşmaya katkı sağladı. Kimse üç gün üç gece düğün yapamıyor artık! Onu da bıraktık, bir kına bir de düğün yeterli. Yeter ki, eskilerden esintiler getirsin bize...
Biraz o düğünlerden de söz etmek isterim: Bizim Yörüklerde adetti, düğüne okulananlar, mutlaka bir oku karşılığı getirirdi. Kimi zaman bir teke çekip gelenler olurdu. Davul zurna misafiri ta dış kapıda karşılar. Oku karşılığını teslim eden misafir bir masaya oturtulur ve masasına düğün sahibi bir şişe rakı koyardı. Bu gelenekti. Bizim Yörüklerin geleneği. Osmanlı devleti döneminde de bu böyleydi. Şeriatla yönetilen Osmanlı devleti bile bizim Türkmenlere pek karışamazdı.
Ama ne yazık ki, şimdilerde Türk milletini Vahabileştirme politikası sonucu insanlar içen, içmeyen gibi ayrımlara tabi tutulmak isteniyor, oysa bizim kültürümüzde bu ayrım hiç olmadı. O düğün içkiliymiş, bu düğün içkisizmiş denilmezdi. Herkes içse de, içmese de, gider düğün sahibini kutlardı… Yarenliğe bakardı.
Laiklik de bu değil miydi?
Düğünlere gelen insanlardan içen içer, ama içmeyen de içmez. Kimse içerken, içmiyor gibi görünmez, rakı bardağını gazete kâğıdına sarıp içmezdi… Gizlemeye gerek görmezdi. Adam gibi içene kim ne diyebilir ki. Masaya oturduğu gibi kalkanlara kim ne diyebilir ki?
İlginç bir geleneğimiz daha vardı. Gelin attan indirilirken, ya da arabadan indirilirken, davul zurna susar, bir hoca dua eder, hocanın duası bitince, gelin iner, davul zurnanı ezgileriyle eve girerdi. Bu o kadar güzel bir adetti ki, insan yaşamındaki süreğenliği gösterirdi. Ölü evinde taziyeye gelen insanlara yemek ikram edilmesi de hayatın devamlılığını gösteren bir adettir. Bir taraftan acı çeken insanlar, diğer taraftan dünyanın kanunu yemek içmek…
Şimdiler de, yoz bir müzik ve sözleri değiştirilmiş türküler, çoğu düğünü katlediyor. Bizi biz yapan özelliklerden bizi uzaklaştırıp yoz bir kültüre bizi savuruyor…
Eski düğün adetlerimizden hatırladıklarınızı yorum kısmına yazın lütfen… Hepinize iyi pazarlar…
Erdal Atıcı

 
Bu haber 609 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
Fethiye Göcek Tüneli'ne 5 ayda 2 zam! Yeni geçiş ücreti ne kadar oldu?
Fethiye Göcek Tüneli'ne 5 ayda 2 zam! Yeni geçiş ücreti ne kadar...
Gezi Dönüşü Midibüs Devrildi 22'si öğrenci 25 Yaralı
Gezi Dönüşü Midibüs Devrildi 22'si öğrenci 25 Yaralı