Özgürlüğün ucunda şarap şişesi…

Fatma Özkan fatmaozkananemon@gmail.com

Bu  kez  sizlere   KANGURU YAYINLARINDA yeni çıkan ‘’ANEMON ÇİÇEĞİ ‘’ kitabımdan bir öyküyle merhaba demek istiyorum.

ÖZGÜRLÜĞÜN UCUNDA ŞARAP ŞİŞESİ 

       

Dalgalar çılgınca vuruyordu kumsala. Kıyıda pamuk adacakları oluşmuştu. Küçük çakıl taşlarının arasında oturmuş, denizin sesini dinliyordum. İçimdeki fırtına durmak bilmiyor, adeta dalgalarla yarışıyordu. Kendimi öylesine kaptırmışım ki, telefonumu zar zor işitebildim.   Arayan Arzu'ydu.

Arzu'nun ablası Sabanur, uzun süredir kanserle mücadele ediyor,  yaşam savaşı veriyordu.   Bizlerse  onu  içimizdeki yangından korumak için, ona karşı mutluluk oyunu oynuyorduk.  Sevgili  arkadaşım  Arzu, çok perişandı.  Bir taraftan ablasının sağlığı için uğraş veriyor; diğer taraftan onu kaybetme korkusuyla kahroluyor, uykusuz geceler girdabında soluklanmaya çalışıyordu.

Kırılgan sesi, tatsız olayın solgun rengini yansıtıyordu. Hastaneye gideceğimizi hatırlatmak için aramıştı. Oysa unutmamıştım. Sabanur'a gitmeden önce gerginliğimden arınmak için sahile atmıştım kendimi. Alelacele çeki düzen verdim üstüme başıma. Düşüncelerimdeki  tonlarca ağırlıkla  arabaya bindim.  

Sabanur'u görünce beynimde havai fişekler patlamaya başladı  gözleri ışıl ışıldı. Yanakları pespembeydi. Onu böyle keyifli görmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki… Çok sağlıklı görünüyordu.

Neşe içinde hastaneye vardık. Arzu ve Sabanur birkaç gün önce yapılan tetkikleri almak için içeriye girdiler. Ben de işleri kısa süreceği için arabayı park etmeyip kapıda uygun bir yerde beklemeye  başladım. Günlerden cumaydı, Haziran ayının en sıcak günlerinden biriydi. Etrafıma  bakınırken  arabamın hemen yanında yaşlı bir teyzeye gözüme ilişti.

Başında, saçlarıyla uyum sağlayan,  gümüşi renkte bir  yemeni, sırtında oldukça bol, uzun  kollu , rengi kaçmış bir bluz vardı. Bacaklarını ve belini saran, aşağıya doğru genişleyen, dallı güllü rengi solmuş bir etek giymişti. Yanı başında naylon terlikleri, önünde de  yere serdiği mendili vardı. Tretuvarda   sırtını bir ağaca dayamış  oturuyordu. Çevrede onun yanı sıra dilenen birçok kişiyi fark ettim. Bazıları, küçük bebelerini kullanıyorlardı, hastaneye gelenleri etkilemek için. İçim sızladı.

İçimden bir ses teyzeyle konuşmam için beni zorluyordu. Ne konuşacaktım ki tanımadığım biriyle. İçimdeki sese daha fazla direnemedim. Arabanın yan tarafına geçerek selam verdim:

  - Teyze merhaba. Nasılsın?

Kadın şaşırmıştı, dönerek bana baktı. Yüzü kıraç toprak misali kırış kırıştı.  Mavi gözleri gökteki yıldızlar gibi parlıyordu. Gülümsemeye çalışarak:

- Sağ ol kızım, iyiyim. Şaşırdım biraz, alışkın değilim de bana  merhaba denmesine..

Bir an ürperdim cevap karşısında; evet son yıllarda insan ilişkileri oldukça zedelenmişti... Her şey menfaat içerir olmuştu, selamlar bile arkalarında çıkar saklıyordu. Cüzdanın sağlamsa, selam dağarcığın da o denli kabarık olmaya başlamıştı. Kendimi toparlayarak teyzeyle sohbete devam ettim: 

- Nereden geliyorsun buraya?

- Yenişehir’den  geliyom kızım.

- Zor olmuyor mu, iki vasıta gel, iki vasıta git?

- Yok yavrum, altmış beş yaş kartım var. Allah'a şükür; Allah verenlerden ırazı olsun. Yoksam nasıl gelirim?  Bura nere Yenişehir nere? Dünyanın bir ucu.  Denkleyemem yol parasını. Yavrum bazen çok üzülüyom ; bazı gençler benimle alay ediyolar

“Teyze kaç tane apartmanın var?” diye.

‘’Ahhh be kızım, nerdeee?  Apartman kim, ben kim?  Annemden kalma yıkık dökük bir gecekondum var onda oturuyoz.’’  

Soluklanmak için durmuştu, sonra devam etti:

  - Meme kanseri dul kızım, engelli  oğlum ve iki torunum var, Orada birlikte  yaşıyoz. Oğlumun ve benim devletten aldığımız az bir maeş va. Kızım da gündeliğe gidiyo,  İşte olanla geçinmeye çalışıyoz. Ne istediğimi alabiliyom ne de canımın çektiğini yiyebiliyom. Canımın çektiği deyince aklıma gelivedi,  sana bir hikâyemi anlatiim mi? Ama bugün pek güzel bişi oluvedi. Onu diyem sana  hikayeyi anlatmadan önce. Sabaleyin kızım doktora gitmişti. Lanet hastalığını atlatmış. Korkmamıza mahal kalmamış.  Anaaaaaa…  kızım  bu haberi verince  sevincimden  deliler gibin  çırpınıvedim  bahçenin ortasında.

- Gözünüz aydın.  Allah çözümsüz dert vermesin.

- Amin kızım… Allah ırazı olsun. Anlatiim mi hikayemi. Dinlicen mi*

- Tabi, teyzecim memnun olurum.

Yaşlı kadın anlatmaya başladı:

- Bir gün yolda yürüken ayam takıldı  düştüm. Bayılmışım.  Ayıldığımda hiçbi yanım tutmuyodu. Felç olmuşum. Ölüm parası diye zar zor kenara koyduğum bir miktar param vadı, bide devletimizin vediği yeşil kart, onunla tedavimi yaptılar,  Ahh yavrum aylarca ne acılar çektim. Bugünüme şükür iyileştim.  Ayyaş, gözü körolası kötü mü kötü kocam, o zaman sağdı. Bir kerem bile hastaneye gelmedi.

İyileştim diye hastaneden çıkardılar. Eve geldim. Benim herif zil zurna.’ Kör olasıca. Bu halimle sana daha fazla dayanamıcem’  gerisin geri çıktım evden. Yaşlılık maeşimi almek için sigotaya gittim. Dönüşte eve hemen dönmek istemedim. Ölümden döndüm. Bugün de benim olsun dedim .. Kemeraltına girdim. Ne zamandan belli canım kokoreç istiyodu da alıp yiyemiyodum. Kokoreç satan arabanın önünde durdum, bol baharatlı, yarım ekmek arası kokoreç yidim, üstüne de buz gibi bir bardak şalgam suyu.  Ah yavrummmm, keyfimi bir gösen sanırsın ki kordonda, hani va ya o sosyetik lokantadayım;  karnım doydu ya, iştahım kabardı. Bir de kazandibi yidim. Ohh safam olsun.  Daldım dükanlara;  o dükan senin bu dükan benim…O güne kadar almak isteyip de alamadığım her şeyi aldım, amma bi tek bir şey alamadım. Çok istedim ama elim gitmedi.

Ne olduğunu çok merak etmiştim,sordum

- Neydi o alamadığın teyzeciğim?

-Kızım, ben hiç güzel gecelik giyemedim, filimlede görüp çok  imreniveridim. İmreniveridim,    imrenmesine de, o ayyaş herife mi giycektim? Zaten bütün gece tepemdeydi, Leş gibi nefesiyle. Neyse, boş verelim şimdi onu, geberdi gitti nasılsa.

O gün yaptığım alışveriş beni nasıl sevindirdi anlayamazsın kızım. Hastalığım filan uçup gitti. Eve,  onyedilik genç kız gibi seke seke geliyom sevinçten. Bu arada, şunu da alayım, bunu da alayım derken, bir de baktım, paranın hepsi uçmuş. Ama umurumda mı? Naha bu kadarcık  yandıysam giden paraya… Hayatımda ilk kez kendim için yaşamıştım ben. Sevinçle  tahta  kapıyı açarak evin avlusuna girdim, Benim herif zil zurna,  Elinde şarap şişesi beni bekleyo.  

-  Oooo  Bizim avrat gelmiş. Cukkalar da geldi. Len karı nerelerdesin? Ağaç oldum. Hadi dökül cukkaları bakimm .  

-Ben de para pul yok. Harcadım hepiciğini.

-Umduğunu bulamayınca beni öyle bir dövdü ki yavrum. Hızını alamadı  şarap şişesini kafamda kırdı. O sırada kafasını işaret ediyordu. Ama Allah'ın hikmeti, adamın vurdukları bana okşama gibi geliyodu, Heç canım yanmadı. Olsun vasın, ben isteklerimi yapmıştım; bu da körolasının son dayağı oldu. Bi gece, yine zil zurnayken bir arabanın altına girmiş. Haberi geldiğinde yalancıktan bile ağlamadım yavrum.

- Teyzeciğim, ne mutlu size, bir gün de olsa kendiniz için yaşamışsınız.

- Doğru diyon kızım. Torunlar büyüdü. Şimdik te onlar için yaşıyom.  Aa, biliyon mu,  -o anda yüzü aydınlandı,. Puslu bakan gözleri ışıldadı- ben iki torunumu da okutuyom. Biri bu yıl hemşire çıkcek,  öteki de yüksek okul sınavına gircek.

Konuşmamız sürerken, zabıta memurları göründü. Teyze yaşından umulmayacak bir çeviklikle kalktı, uzun, dallı güllü etekliğini sallandıra sallandıra, yolun karşı tarafına geçerek gözden kayboldu.

Teyze gözden kaybolduktan az sonra  Arzular geldi. Arkadaşım sevinçle  bana sarılarak ağlamaya başladı Sabanur’un tahlilleri mükemmel çıkmış. Kanser kitlesi yok olmuş. Eski sağlıklı günlerine dönecekmiş...

Şükrederek gökyüzüne baktım.  Bembeyaz  bulutlar  hepimize göz kırpıyordu.