Bayram Sevinci

Belma Doğan belmadogaann@gmail.com

BAYRAM SEVİNCİ

 

Günlerdir süren hummalı hazırlık sonrası gözüne uyku girmiyordu ki sabah olsun. İşte o sabah, içi içine sığmıyordu.

 

Mavi kelebek kırmızı zambağa öpücük kondururken çıplak ayakla süzüldü, kelebeğin peşi sıra… Dün tüm yaprakları hortumla yıkanıp sulanan begonyalar, nergisler, aşk merdivenleri, küpeliler, kırmızı çiçekleriyle küçük hanımlar, deve tabanları balkon boyunca dizili Vita, Ayçiçek yazan yağ tenekeleri içinde selama durmuştu.

 

Avluya bağlanan uzun balkondan bir basamakla inip beyaz demir kapıya yöneldi. Birazdan neşeli sesler dolduracaktı sokağı büyükler bayramlaşırken çocuklar koşuşturacaktı. Komşular uzaktaki akrabalarına gitmeden önce komşularını tek tek dolaşırken şeker, kolonya tutulacak, kahve ikram edilicekti tatlı eşliğinde.

 

Babası ezan sesiyle birlikte sokağın çaprazındaki Çifte Minare camisinin yolunu tutarken annesi erkenden “gün öğlen oldu, şurdan bi çıkıp gelen olsa” diye uyandırmıştı bile tüm ev halkını.

 

Mutfaktan gelen sıcacık üzeri susamlı kekin kokusu tüm evi sarmıştı, bıraksalar koca bir tepsi anında sır olurdu, davul fırının marifeti miydi yoksa annesinin el lezzeti mi. Akşamdan bolca şam fıstıkla yapılan tel kadayıfın şerbeti sabah sıcak sıcak dökülmüştü üzerine. Babasının yeğenleri sever diye dükkanının tam önünde duran tatlıcı Kaya abiden aldığı Şam tatlısı da ayrı bir tepsi içinde idi. Ev misafirlerle dolup taşacak, misafirin biri ikisi giderken diğerleri girecekti, içeri babasının kahkahalarına karışan sohbetlerde. Amca, hala, dayı, teyze oğulları kızları, onların çocukları elele büyükleri ziyaret eder Bayram neşeyle kutlanırdı eskiden.

 

Kendisi de kardeşi ile önce komşuları dolaşır, şeker çikolata toplar, Ayşe teyzenin verdiği üçgen şeklinde katlanmış mendili elindeki çantaya özenle yerleştirirdi. Ardından amcasını, dayısını, teyzeleri ve halalarını dolaşırlardı, harçlık verildiğinde de pek sevinirlerdi.

Portakal ağaçları, büyük yeşil bitkilerin olduğu bölüme bakan balkondaki kerevit de süslenmişti dantel yastıklarla. Bir haftadır süren tatlı telaş gece saat bire, ikiye kadar sürmüştü. Evi L şeklinde çevreleyen balkonlar yıkanmış, bahçe hatta kapının önü bile süpürülmüştü.

 

Eskiden “Bayram Temizliği” denen bir şey vardı. Evdeki divan örtüleri yıkanıp ütülenir, yastık ve kırlentlerin pamuğu attırılırdı, yay ve tokmakla pamuğu diten hallaçlar kapının önünden geçerdi.  Sehpaların üzerine çeşit çeşit danteller serilir, kristal vazoda yapma çiçekler, şekerliğin içinde renkli akide şekerleri, çikolata olurdu. Şimdi düşününce çok garip gelmişti ama Maltepe, Samsun, Bafra, Marlboro gibi sigara çeşitleri de misafire ikram edilmek üzere bir tabakta dururdu. O gün misafir odası da açılırdı, misafire önce şeker ve şık cam şişedeki kolonya tutulur, sonraki soru kahvenizi nasıl alırsınız olurdu. Gün boyu büyükleri ziyaret eden misafirler, bugün çok içtim deyip kahveyi reddetse de tatlıyı yemek zorundaydı.

 

Bayram namazından çıkıp gelecek olan babasını beklemeye koyuldu. Bayramlığını giymiş birkaç çocuk vardı sokakta, kapının sürgüsünü açıp kafasını dışarıya doğru uzattı.  Vakit bir tülü geçmiyordu, derken babası göründü sokağın başında, sol kolunu pervane gibi çevirerek koştu kucağına. Nihayet gelmişti, annnesi o gelmeden bayramlığını giydirmezdi.

 

Portakal ağaçlarının altına kurulan masada sıcak suda bekletilen kıyır kıyır Antep peyniri, evde kurulan taş kırması üzeri naneli yeşil zeytin, babasının dükkanından gelmiş bol baharatlı zeytinyağı içinde siyah zeytin, domates salatalık biber yanında bolca yeşillik olurdu. Soğumasın diye son anda getirilirdi çaydanlık üzerinde demliği ile masaya. Ramazan ayı boyunca süren oruç sonrası yapılan Bayram kahvaltısı bir başka olurdu. Allah ne verdiyse, kapının önünden gelip geçen konu komşu da davet edilerek neşeyle yenirdi. O sırada davulcunun sesi gelirdi ötedeki sokaktan, tabi ya davul zurnasız bayram mı olurmu, daha kapıya gelmeden hazırlanırdı bahşişi.

 

Ah nihayet sıra bayramlığını giymeye gelmişti, önce anne ve babasının elini öptüler.

Annesi o çok istediği beyaz kıyafet yerine bu karanlık renkli tunik takımı almıştı, kumaşı daha iyi imiş. Giyinip çıkınca sokağa, mutluluğu o çok beğendiği ceplerine renkli çiçekler işlenmiş kabarık beyaz kumaştan yapılmış tunik ve pantolonu en yakın arkadaşının üzerinde görene dek sürmüştü.

 

Gelinlerin düğün salonuna Berkant’ın “Bir Şarkısın Sen Ömür Boyu Sürecek, Dudaklarımdan Yıllarca Düşmeyecek” şarkısıyla giriş yaptığı günlerdi.

 

Yeğen Defne, bir haftadır heyecanla görüntülü arıyor, bayramlığını altına giyeceği ayakkabıyı gösterip, bayramda ne giyeceğimi soruyordu, ben de en güzel elbisemi giyerek ona eşlik ettim.

 

Birlikteliğin, mutluluk saçan gelenek göreneklerin gelecek nesillere aktarıldığı güzel günlere dileyerek haftaya görüşmek üzere diyorum…