YAŞAM SAYFASI

Şule Becer suleaknc335@gmail.com

                                    YAŞAM SAYFASI
Dünyaya bir defa geliyoruz, önümüzde çizilmemiş, karalanmamış, hiç
yazılmamış bembeyaz tertemiz bir yaşam sayfası var. Çocuklukta
anlamıyoruz hiçbir şeyin farkında değiliz, koşuyoruz oynuyoruz, sadece
anın tadını çıkarıp küçücük dünyamızda, beslenmek ve eğlenmekten
ibaret bir yaşamımız oluyor.

Ta ki ergenlik diye tabir edilen dönüşüp başkalaşma, değişme evresine
kadar. O, andan keyif alan, tek derdi yiyip içip uyumak olan benlik,
geleceğin üzerine doğru geldiğini fark etmeye başlıyor.

Hayatı ciddiye almak zorunda olmanın gerçeğiyle, çocukluğun umarsız,
gamsız, sorumsuzca yaşayışının hep sürmek istemesindeki çelişkinin
içindeki ergen, ikisi arasındaki dengeyi tutturmak da fazlasıyla zorlanıyor.
Genellikle de başaramayıp, duygu devinimleri, karma karışık düşünce,
his, gel gitler, hormon istilası eşliğinde pimi çekilmiş el bombası gibi
ortalıkta dolaşıyor. Bu dönem de en büyük ihtiyacı, yargılanmadan,
eleştirilmeden anlaşılmak kabul görmek,yol gösterecek, idol olarak kabul
edebileceği rehber, rehberler arayışı olabiliyor.

Bireyin önünde ki tertemiz kar gibi ‘yaşam sayfası’ yavaştan
karalanmaya başlıyor, önce aile çevre, kalıpları belirliyor sınırları çiziyor
bunları aşmayacaksın. Herkes eline bir kalem alıyor başlıyor yazmaya,
mürekkebi güzel olan güzel şeyler yazıyor, bazısından mürekkep yerine
irin akıyor, bazen irinler o kadar çok kirletiyor ki güzellikleri konduracak
boş yer bulunamıyor.

Bir çok yetişkin biricikliğini, hiçliğe değersizliğe dönüştürenlerin ne
olduğunu, kim olduğunu, neyi neden yaptıklarını anlayamadan,
memnuniyetsizlik şikayet sarmalının içerisindeki sıkışmışlık, boğulmuşluk
hissinin gönderdiği sinyali anlayamadan, anlamsız değersiz bir hayatla
tüketiyor ömrünü.

Yıllar sonra tüm işlevini yitirmiş bir bedenle, görevini yapamayan
organlarla, bedeni ele geçirmiş ağrı sızılarla, Azrail’in kaçınılmaz
ziyaretinin gerçekleşeceği gerçeğiyle yüzleşip geriye dönüp baktığımızda
yaşam sayfamızı ne şekilde görmeyi arzu ederiz.
Kalem kimin kimlerin elinde?

Kalemden mürekkep mi akmış irin mi?
Kalemlerle yazılanlar bize ne kadar uygunmuş?
Bazı kalemlerin yazdıkları, başkalarının ego tatminleri için mi yazılmış?
Kendi değersizliklerini yetersizliklerini bizim yaşamımızda mı gidermeye
çalışmışlar?

En önemlisi kalem ne kadar ‘KENDİMİZİN’ elinde kalabilmiş?
Aldığımız nefesi, yaşam boyu atan her kalp atışımızı, muhteşem
aklımızı, sonsuzluk yolculuğumuzda, kendimizi gerçekleştirme, kendi
gerçeklerimizi yaşamak, her anlamda sevginin egemen olduğu bir
ömürle mi geçirebilmişiz.?

Yaşamımızdaki zaman kaybı, gençlik kaybı, enerji, efor kaybı, çer çöp,
anlamsız, uydurulmuş, gereksiz tüm etkenlerin bilincine farkına
varabilmişiz mi?

Yaşam sayfamız henüz önümüzdeyken, irinli kalemleri, habis ruhluların
elinden alıp, güzel yazacak olanlara fırsat tanıyıp, en güzel yazan kalemi
derhal elimize almalıyız.

Güzel izler bırakarak yaşanmış anlamlı, her anının hakkı verilmiş,
iyikilerle dolu, keşkelerin mümkün olduğunca az olduğu sevgi merkezli
bir hayat yaşamalıyız.

Yaşamı boş bir tuval olarak düşünürsek o ressam sadece
‘KENDİMİZ’olmalı, en güzel tasarımı yapıp, en güzel renkleri kullanıp,
renk geçişleriyle en büyüleyici ahengi verip, kendi benliğimizi muhteşem
bir sanat eserine dönüştürmüş olarak yaşam yolculuğumuzu tamamlamalıyız.